3 Ocak 2016 Pazar

Weak network connection


Uzun zaman oldu yazmayalı, dönüp şöyle bir eski yazdıklarıma baktım. Çok çocukça, saçma ve özenti geliyorlar şimdi. O zamanlar ne kadar da hoşuma gidiyordu halbu ki.

Son yıllarda çok sık seyahat edip dağların, ormanların içine tek başıma yürüme fırsatım oldu.
Biraz iş gereği biraz da tercihen.
Bu tarz değişiklikler ister istemez değiştiriyor insanı, düşündüklerini.
Yaşadığım, anlamaya çalıştığım bir kaç yeni his ve duygu var. Anlatmadım kimseye, nasıl anlatacağımı da bilemedim, yazmak istedim.

Son gezilerde çoğu zaman tek başımaydım, olmaya çalıştım.
Ormana / yokluğa doğru yürümeye başladığımda inanılmaz bir korku sarıyor içimi.
Sanki her an bir canavar gelip beni kapacakmış gibi, küt küt atıyor kalbim ve yürürken ara ara telaşla etrafıma bakıyorum. Biraz panik atak tadında.

 Halbu ki gittiğim yerlerde çoğu zaman bana zarar verebilecek bir hayvan veya farklı bir şey olmuyor. Olduğu zamanlar da oluyor tabi ama beni en çok meraklandıran, sadece ben varken ve hiç bir tehlike yokken de bu korkuyu sürekli olarak üzerimde taşıyor olmam. Ve bunun diğer insanlarda (gezginlerde) da olup olmadığını çok merak ediyorum. İlerledikçe, medeniyetten uzaklaştıkça o kadar küçük, güçsüz ve savunmasız hissediyorum ki kendimi.

En azından kafamın içindeki ''geri dön hemen'' diyen sesi dinlememeye alıştım artık, o çok problem olmuyor.  İlk başlarda onunla olan savaşım da enteresan bir tecrübeydi ama.

 İlerlemeye devam edince artık bir kaç saat içinde alışıyorsun duruma,
o korku yavaş yavaş azalıyor ve yerini ''bak hiç bir şey olduğu yok Umut, rahatlayabilirsin artık'' duygusuna bırakıyor.

Bu korku o kadar kurcalıyor ki kafamı. Hiç bir sebep ve tehdit yokken bu kadar aşırı bir korku olması çok enteresan. Şehir hayatının bizi inandırdığı comfort-zone klişesi bu kadar güçlü mü gerçekten?
Yani evet kolay olmadığını biliyorum ama böylesine dehşet duyacak ve anksiyete yaşayacak kadar mı kopmuşuz doğadan?

''Doğa ve insanın arasında bir bağ var'' lafı bir yanılgıdır belki de?

Evet bir bağ var ve bunu yaşadığım zamanlar oldu ama 3. parti teşvik edecek olayl ve kişiler yokken, belki de yoktur artık o bağ?
Diye düşünüyorum, soruyorum.

Ama sonra sessizliğin içinde oturma fırsatı bulduğum zaman bir bağ olduğu hissi geri geliyor. Sorularımın cevaplarını almış oluyorum. Ama bu bağı tekrar yakalamanın saatler süren yürümeler, korkular, panik ataklar, ve bir sürü çelişkiyi atlattıktan sonra kurabiliyor olmak çok üzücü. Çok uzağız.

Kafamdaki Tanrı inancı dönem dönem çelişkili bir şekilde ilerliyor, ama şunu söyleyebilirim, yaşadığımız şehir hayatında doğaya olduğumuz kadar Tanrıya ve gerçek benliğimize de çok uzağız.

Öyle artistlik felsefe yapmak değil amacım, sadece gerçekten ne kadar uzak hissettiğimi fark ettim son zamanlarda.

Genelde yürürken üzerimde taşıdığım şey yalnızlık, korku endişe ve merak oluyor. Bunlara rağmen bu olayı sevmeme sebep olan şeyler de var ve onlar bu eksilerin hepsini gölgede bırakıyor.

Beni en çok etkileyen şey sessizlik, etraftaki en yüksek sesin kafanın içindeki düşünceler, nefesin ve adımların olması çok enteresan bir duygu. Çantanın kolundaki hafif gıcırtı da var ve başka hiç bir şey yok, uzayda gibisin. Hep yakalayamıyorsun bunu, hayvanların kuşların falan sesi oluyor genelde ama yakalayabildiğin zaman eşsiz bir duygu.

CIRCIR BÖCEKLERİNDEN NEFRET EDİYORUM. Onları da sevmeyi öğrenmem gerekiyor biliyorum ama bütün sessizliğin ve huzurun içine sıçıyorlar genelde. En komiği de onlar zaten sürekli ötüyorlarken onları duymuyor, farkına varmıyorken bir an o sesi farkedersen bir daha kurtulamıyor olman.

Sanırım en hoşuma giden şey bu gezegendeki herkesten çok uzak, o dağların ve ormanın içindeki tek insan olma duygusu.
Çok fazla düşünebiliyor olmak ve kendi kendinle beyin fırtınaları yapıyor olmak da bir hayli zevkli.

En, en, en özeli ise her zaman yıldızlar. Şehirdeki ya da filmlerdeki yıldızlardan bahsetmiyorum ama,
sanırım gerçekten şehirden iyice uzak, hiç bir ışığın olmadığı bir yerden yıldızları görmemiş bir insan bu dediğimi anlayamaz. Böyle uzun süre bakınca sanki dünya yokmuş ta uzayın derinliklerindeymişsin gibi hissederken ''Vay aq, heralde şuan hakkaten, resmen bütün galaksiyi görebiliyorum'' şaşkınlını yaşamak çok özel. Eve dönünce kıçı kırık 2,3 yıldız 2 tane de uydu görüyor olmak ta bir o kadar üzücü. Çok özlüyorum bazı anları. Sanırım en güzeli 2 sene önce kabaktaki yıldızlardı. ''Bu mu in to the wild dediğin kabak mı..'' diye başlayan küfürlerini duyar gibiyim.
Yok değil tabi ama oradaki yıldızlar bir başka, orası hakkaten özel bir yer.

Çadırla ilgili anlatacaklarım da var, ben alıştım artık yıllar oldu ama ilk defa bu konulara değindiğim için anlatmak istiyorum. Belki birilerini teşvik ederim.

Öncelikle ormanda yalnız başına kamp yapmak dünyanın en büyük korkusu, öyle yukarda bahsettiğim bir korku gibi de değil, baya büyük korku. Ama insan kendini zorlayınca ona da alışıyor.

Normalde uyuduğumuz yerlerde duvar olduğu için etraftan ses gelmesine alışık değiliz, yerde de yatmıyoruz tabi. Alışılmışın dışında, çadır dışarıdaki sesleri en ufak bloke etmiyor, hatta hiç yokmuş gibi. Dolayısıyla 20, 30 metre uzakta olan bir hışırtıyı sanki  bir hayvan kulağının yanına basmış gibi duyuyorsun. İlk başlarda bundan çok korkuyordum. Dışarıdan bir sesler gelmesi, onun seni görüyor ama senin dışarıyı göremiyor olman da ayrı bir korku.

Ondan koruyorum, bundan korkuyorum, anlayacağın üzere ben baya korkak bir adamım :)
Ama en azından korkuyor olmam yapacaklarım konusunda bana engel olmuyor. Baya her seferinde korka korka yapıyorum. Hoşuma da gidiyor bu durum.
Bilmiyorum belki arkadaşlarıma sorsam onlar bunları hiç te bu şekilde yaşamıyorlardır.
Yanlış mı yönlendiriyorum acaba seni?

Ama bir süre sonra onun da enteresan keyiflerini keşfetmeye başlıyorsun, sonsuzluğun içinde yatmak gibi bir duygu benim için. Çok keyifli. Geçen sene uzun süreli birlikte olduğum bir kız arkadaşım vardı, onunla tulumların birbirine bağlanabilip tek büyük bir tulum olabildiğini keşfetmiştik. Onlar da çok enteresan duygular.  Burdan selam olsun kendisine :)

Bütün bunları biriyle birlikte yaşıyor olmanın da ayrı keyifleri var. O zaman hiç korkmuyorsun, yani yanında 50 kiloluk minik bir arkadaşın olması bütün o korkuları yok ediyor. Ne kadar enteresan.

Birileriyle gitmenin en eğlenceli yanı birlikte odun toplamak, kesmek, minik yerlere tırmanmak, felsefe yapmak, birlikte ateş kurup yemek yapmak, çadırları kurmak, toplamak. Bunlar nedense aşırı keyif aldığım şeyler. Yeni alınan lego paketini açıp oynamaya başlayan küçük bir çocuk gibi hevesler yaşıyorum içimde görmen lazım. Gerçi dışardan baksan anlayamazsın.

Çok vakit geçmemesine rağmen çok özledim kalabalık kampa gitmeyi.

Başta hislerimi, düşündüklerimi yazıcam diye başladım şimdi mal gibi kamp yapmak nedir onu anlatıyorum. :)

Neyse toparlamak gerekirse, yukarıda anlattığım,

Şehirden uzak,  çok büyük bir alan içindeki tek insan olmak, sonsuzluğun içinde tek başına yatıp uyumak, eğer cırcır böcekleri yoksa dünyadaki en güzel sessizliği tatmak, kendinle beyin fırtınası yapmak ve uzayın izlerken içinde kaybolmak gibi enteresan duyguları tadabildiğim için ve gitmeye devam ettikçe yenilerini keşfedeceğimi bildiğim için diğer korku ve anksiyete yanlarını görmezden geliyorum.

Şimdilik beni devam ettiren şeyler bunlar,

Ki onların da enteresan mazoşist bi keyfi var.
Onunla yüzleşip atlatabiliyor olmanın getirdiği bir gurur falan da var.

Olur da korkuların ve çelişkilerin yüzünden bir gün bunları yaşayabileceğin bir anın ucundan dönmeni engeller ve o noktada devam etmene yardımcı olur belki diye bunları paylaşmak istedim.

Bu kadar bensiz değilim tabi ki bunları yazarken işin içinde takdir edilmek, beğenilmek gibi engel olamayacağımız insancıl hislerim de var. Ama temel motivasyonum birikenleri kusmak ve söylediğim şey. Valla bak gerçekten.

Bu günlük bu kadar, düşündüklerini ve söylemek istediklerini aşağıya yazarsan çok sevinirim.

Bir dahaki sefere kadar kendine iyi bak.












3 yorum:

  1. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  2. Yildizlar harika dimi? :) butun yalnizligini ve sıkılmanı bi anda silip atiyor dimi?
    Oyle icten sicak yazmissin ki circir boceklerini ozlettin :) kiskandim acikcasi.. gecen gun bi fotografini gordum cok ilginc bir yerde cekilmisin. Kim bilir daha nerelere gidiyosundur.. eksoz dumani, gereksiz korna sesleri, abuk sabuk reklam bilboardlari, kurtlar vadisi clonlari, uzerinden gecercesine yurumeyi yeni ogrenen tipler, balkondan assagi cop atanlar.. daha neler neler.. hala ayni degisen bise yok yani.. :)) tum bunlardan uzak olmanin nasil bise oldugunu hissettirdin ya helal olsun..

    YanıtlaSil
  3. diyecek çok fazla söz bırakmadan, gayet dostane bir şekilde ifade etmişssin bence kendini ve kendin üzerinde bir çok kişiyi... doğa ile olmak algısı yalnızca manzara gören bir restorana gidip denizi, dağı izlemek olanlar için içindeki ürpertiyi, heyecanı, coşkuyu anlamak belki güç olabilir ancak hislerin, zihninde geçen konuşmaların ifadesi bana çok tanıdık geldi. Tek bir noktayı sempatik ama farklı buldum :) O da cırcır böceklerinin sesini sevmemen. Bana da dal hışırtıları kadar o sessizliğin bir parçasıymış gibi geliyor cırcır böceklerii... Belki de şehirdeyken onları dahi duyamadıgımdan bir özlem hissediyorumdur. Yazıyı okurken mevsime rağmen gidip çadırıma sarılasım, sağlara doğru koşasım gelmedi değil. Müsaadenle sayfamda paylaşacağım. :) Sevgiyle kal.

    YanıtlaSil